Ahşap şişeleri, uykusunu zımparalayarak saat iki buçukta sıska yıldızlara uçuranlar götürdü. Ayakkabılardan Zümrüd-ü Anka kuşları fırlıyordu. Ayık masallar sisliydi. Âtide kalacaklardı, geçmişe dönemeyeceklerdi, köprülerden yukarı atlayamayacaklardı Zümrüd-ü Ankalarla benzeşen leoparlar. Ahşap şişelerde iki gün önceki anılarım fotokopi kâğıdındaki baskı lekeleri kadar sinik.
Apacı şehir ışıkları güzel gövdeleri kurutarak kaldırıma çakılıyor. Arkeolojiden daha eğik olmasalar da binalar dönemin zihniyetine göre açı değiştiriyor. Aslında insanların konumlarının doğal, lokasyonlarının yapay olmasından kaynaklanıyor bu. Almazlanıyorlar bilinç dışları başkalaştıkça kendilerine sözlü hediye verildiğinde. Amaçları nesne tutmak; kimi kez ahlâkî, kimi kez cinsel nesneler tutmak. Akıllarında yayılan, genişleyen, bollaşan erek, üzerine saygınlıklarını yazdıkları zihin kâğıtlarını olabildiğince aharlamak, sonra onları güzel tavırlarla öteki insanlara okutmak. Aşağılanabilme yeteneklerini köreltiyorlar böylece. Ağnayabilseler gezi teknelerinin sesini bastıracak kadar böğürecekler, nârâlar koyacaklar ve topluma açık alanda ağlayabilecekler. Artık zihin kâğıtları dilek fenerlerinde mi yakılır, çimlere mi serilir, İnstagram’da mı paylaşılır…
Ahşap şişelerde Zümrüd-ü Anka kuşlarının gagalayıp deldikleri bilinç, altından yapılma temiz sularla yıkanıp saklanıyor. Açalım uykuları.
. . . 15.08.’18 01:05