top of page

Buz Nisan : 0 Öncesi

Sonbaharın en iri günüydü. Katlanabilir masasını ve iskemlesini taşıyarak çıkageldi. Kötü bir şapka takmıştı. Kapalı havalara uygun düşecek hareketler yapıyordu. Meselâ konuşmuyor, hiçbir şey mırıldanmıyordu. Ayakta duruyordu, tıpkı koşmak istemeyen atların yaptığı gibi. Uzun yoldan geldiği belliydi; yoksa sekiz evin arasındaki ortalık yerde böyle yorgun bir hâlde kalakalmazdı; yapayalnız, yabancı... ve mutsuz, karamsar beklemezdi. Durgundu. Susamıştır diye yanına koşasım geldi. Vazgeçtim. Büyük ihtimalle tası eline tutuşturacaktım. Bana kaygılı kaygılı bakacaktı. Hiyeroglif bakışlarındaki masalsılık, tasa katmak istediğim suya bulaşacaktı. Suyu tasa doldurup ben içecektim. Hareketlerimi illâki tuhaf bulacaktı ve ben saçma bir izlenim verdiğim için utanç duyacaktım. Gereksiz yere duranların saniye başı yitirdikleri saygınlığın birazını kurtaracaktım ve eve dönecektim. En azından onu eve çağırıp önüne zeytin ekmek koyabilirdim. Elbette kabul ederdi. Yapmadım. Ben onu izlemeyi tercih ettim. O, koyu turuncu tişörtüyle ve aynı turunculuktaki eteğiyle oradaydı. Sol omzundan aşan kemerini, battal boy çantasını, masasını nerelerde durmaları gerekiyorsa oralara koydu. Beyaz iskemlesini hemence masanın yanına bıraktı. Tavırları oldukça özensizdi. Sanki sokaklarda masa kurmak onun mesleğiydi ve yine her günkü sıradan işini yapıyordu. Eftâbısebz’in evine, çaprazında sokağın adını söyleyen mavi tabelaya göre beş on metre daha yakındı. Tabela selvi ağaçlarının en kalın olanına çakılmıştı. Selvi ağaçları sallanıyordu. Sallandıkları gövdelerinden değil, yalnızca tepelerinden anlaşılıyordu. Elektrik tellerine konan kumrular da fazla kıpırdamıyorlar, turunculu kızın yaydığı tedirginlikten ister istemez etkileniyorlardı. Dostlar alışverişte görsün diye ötenler oldu ama ötekiler onları hemen susturdular olsa gerek; ötüşmediler. Kumrulardan ikisi teller yağlanmışçasına biraz sağa kaydı ve ansızın havalanıp selvilere uçtu. Hava hâlâ kapalıydı. Hava sessizdi. Basık değildi, bunaltmıyordu. Güzeldi. Belki en doğru ifadeyle, hareketsizdi. Yalındı. Sulu boya kokmuyordu.


Akşama beş kala havanın açmayacağı belli oldu. Son kumrular uçtu, sobaların dumanları hat hat yükselmeye başladı; doğal gaza çoktan geçmiş olanların kaloriferleri de elbet ki ısı vermeye başlamıştır. Bir de, küçük yolcu uçağının izleri şerit şerit emildi, görünmez oldu. Uzaktaki fırının bezmiş yağ kokusuyla berâber hâlihazırda yayılmış yemek kokuları güçlendi. O, masasına henüz oturmadı bile.


Ben onun gelişinin daha farklı olmasını arzu ederdim: Yağmurlu havalarda bisiklet tekerleri nasıl yaş yaş döner, gözle takip edilemeyen jant telleri döne döne nasıl yanılsamalar oluşturur, gidon çevrildiğinde tekerlek o yönde nasıl devinir, kimi kez sulu çukurlara düşer ve yeniden nasıl ıslanır, akşamın karanlığında dükkânların ışığı jant tellerine, çatala, zincirlere nasıl vurur; öyle gelmiş olsaydı daha etkileyici olabilirdi. Veya herhangi evler arasında yürüdüğü resmedilen herhangi bir kadın figürü gibi, yalnızca şemsiyeyle gelseydi. Kahverengi saçlarını iki fırça darbesiyle değil, kıvırcıklığını vurgulayarak dikkatle işlemek gerekirdi. Karşımdaki somut kız, onu böyle hayallere dönüştürünce daha fazla güzelleşiyordu.


Onu izlemek, sorulmamış kutsal bir soruya uğursuz cevap aramak gibiydi. Ve akşam çökmüştü. Onun bizim sokağı ne vakit terk ettiğini bilmiyorum. Belki hemen iki saat sonra gitmişti. Onu altı gündür hiç düşünmemiştim. Çarşambayı perşembeye bağlayan gece durduk yere merak ettim. Acaba hangi sokakta, hangi yağmurun arifesindeydi…


Onu eylülün ilk günü pastanede görmüştüm. Kırmızı bir pasta yiyordu. Yalnızca kendi yediğiyle meşguldü, etrafına hiç bakınmıyordu. Yüzü biraz asıktı. Sanırım hayatta var olandan daha fazla mutsuzluk arayarak yaşayanlardandı. Kola içiyordu. Tırnakları siyah ojeliydi; bardağı kavrayıp ağzına götürürken dikkat etmiştim. O pastanede ertesi gün çalışmaya başladım. Onun için değildi; para kazanmaya ihtiyacım vardı. Zaten eylülün ilk günü pastaneye iş konuşmaya gitmiştim. Hafta içiliğine, hafta sonuluğuna anlaştım.


Neşeli insanlara ve üzgün insanlara pasta dağıtacaktım. Tavuklar gibi tuhaf nesnelerdi pastalar. Ne güzel…


Altı hafta önce komşumuzun kızının günlüğü yakılmıştı. Yıkıma, felâkete, kehânete, ızdıraba düşmüştü kız. Umursamazca geziniyordu. O ayki elektrik faturasını ödeyene kadar evden çıkmamıştı. Kız, abisiyle karşılıklı oturup kafayı bulacak kadar yoğun bunalımdaydı. Onu psikiyatriye götürmüşlerdi. Psikiyatrist her vakaya ilaç yazmakla yükümlü değildi; kızı ilaçsız tedavi etti bir süre. Sonra dayanamayıp ilaç verdi. Fakat ilaç bilindik antidepresan türevlerinden değildi. Takıntı-zorlantısı olanlara verilen yeni model bir ilaçtı. Kız bu ilacı kullanarak biraz kendine gelmişti. Eylülün ilk günü pastanede onu da görmüştüm. Olayı unutmuş gibiydi. Kivili çayını içerken arkadaşıyla gülüşmesine dayanarak böyle bir kanıya varmıştım ama eve varıp yastığa gömülerek hıçkıra hıçkıra ağladığını ben bilemezdim; o arkadaşı bilirdi. Onlar çok yakın arkadaşlardı. Olan paralarını alışveriş merkezine, kafeye, pastaneye ve kumarhaneye harcarlardı. Kötü alışkanlıkları vardı ama iyi alışkanlıkları da vardı. Evlerini gerektiğinde kullandırmaları koşuluyla ücretsiz olarak temizlikçilik ve terzilik yaparlardı. Kimseden hiçbir şikâyet duymamışlardı. Kendilerini işe tam adıyorlardı ve pek çabuktular. O, bu kızların hemen yanındaki masada oturuyordu ve fakat onlara karşı bakışlarında bir iğrenme, aşağılama, değersizleştirme uğraşı okunuyordu. Neye karar verirse versin kızacak, neye kızarsa kızsın kavga çıkaracak, dayak yese de atsa da pastaneden memnun ayrılacakmış gibi bir izlenim edinmiştim. Öyle de oldu. Kolayı bizim komşunun kızının saçlarına boca ettikten sonra yanındaki kıza tekme savurdu. Kızların şaşkın ve ürkek bakışları bir anda vahşî doğadaki dişi aslanların keşfedilmemiş sert kavgalarında kükreyerek kullandıkları ölümcül bakışlara benzedi ve onlar da ona saldırdılar. Yerlere dağılan kivili çaylar, kolalar, küçük pasta dilimleri, saç tokaları, atletler, sütyenler, gözlükler, defterler, ders kitapları… Yakın masalarda hayatlarında belâya bulaşmaktan çok korktuklarını ifade edenler mâsum gözlerini, kızların kavgasını izlemekten zevk alıyormuş numarası yapan –saç tıraşlarından ve yaşlarından anlaşıldığı kadarıyla pek olasılıkla çarşı iznindeki askerler olan– üç tane erkek şehvetli gözlerini, pastanenin çalışanları hesap kitap içeren küfür dolu sinirli gözlerini, O çantasını kapıp tüyer tüymez günlük olağan hâllerine döndürdüler ve çeneleriyle, ağızlarıyla, dilleriyle bu kavgayla ilgili sesler türettiler. Bu esnada O, sokak boyunca koşuyordu. Peşinden gitmedim. Gitsem boşa yorulma olurdu. Evime gittim. Kimi ölçütlere göre boşa gitmiş, kimi ölçütlere göre boşa gitmemiş sayılacak, yazısız, ekransız, kulaklıksız, hafif zamanlar geçirdim, elbiseme sığdım, battaniyeme sarındım, battal boy uyudum. Gece üçe doğru bir aydınlanma oldu. Sanırım göktaşı düşmüştü. Aydınlanmalar nedense bu sanımı yanlışlayacak biçimde kesik kesik, ısrarlı ve maviydi. Pencereye eğilip sokağa baktım. Ambulans vardı. Işıkları öyle güçlüydü ki gözlerimi kamaştırmanın ötesinde, buranın bir sokak olduğunu unutturuyor ve karanlığı uzay boşluğu gibi algılatıyordu. Ambulans, Eftâbısebz’in evinin önünde en az on dakika bekledi. Ardından büyülü bir yavaşlıkta anarya yaparak sokaktan çıktı gitti. Nesneler yeniden görünümlerine geldi. Sanki sokağa hiç ambulans uğramamışçasına sıradan bir gece oldu. 2018 yılının sonuna dek de bu sıradanlık hiç bozulmadı.


Sıradan gecelerde cam bardakların sesleri, sütlerin sesleri, yeni demlenmiş çayların buharlarının sesleri, eve dost ziyaretine veya öteki türlüye gelenlerin sesleri, genel olarak pek çok ses, evimde ardı sıra yankılandılar, eskidiler ve tozlandılar. Yalnız kalma ihtiyacım kimi kez örselendi, kimi kez de haddinden fazla karşılandı. Beyaz sosyal medya boşluklarında yeni arkadaş ve takip önerileri çıkageldi, ne ciddiye alındılar ne yabana atıldılar. Alt+F4 ve Giriş tuşları kullanılarak çoğu kez beyin dinlendirildi. Güzel şeyler hayal edildi. Güncellenmesi gereken hayaller yeniden kuruldu. Kötü şeylerin hayalleriyle can sıkıntılarına girildi, biraz melankolik olundu. Bazı gecelerde kapı çalındı. Genç insanlar yanıma oturdular, ayıp sırlarını anlattılar, ağladılar, gülümsediler, ücret ödediler. Günlük hayatlarını biraz daha fark edebildikleri ve düzenleyebildikleri için mutlu oldular. Dostça sarılarak çıktılar gittiler. Ara ara eksi ikinci kata inildi, tekdüzeliği bozmadan kameraya konuşuldu, kayıt yapıldı. Birinci kata geri çıkıldı ve olağan şekilde yaşamaya devam edildi. İki saatte bir yolcu uçakları geçti. Pastanede çalışıldı, gelindi. Olağan yaşam düzeni işledi. Yine hayatımda yeni uğraşlar edinmek istemediğim, fazla konum değiştirmek istemediğim, ufka doğru açılıp da ufkumu açmaya gönülsüz olduğum durağan bir dönemdi. 2018 yılının sonuna dek bu durağanlık hiç bozulmadı.

Pastanede dağıtım yaparken gözlemlediğim üzere; güneş ışığı alan kahvelerin yüzeylerini, çay kaşıklarının uçlarından düşmemeye zorlanan şekerli ve şekersiz çay damlalarını, yayık ayranların şişik köpüklerini, dükkânı sabah açtığımız sırada dükkânın içindeki ve dışındaki yalnızlık görüntülerini, dükkân kalabalık olduğunda sanki kimse girip çıkmamış da herkes bütün gün bizimleymiş sanısını, bu durağanlık algısıyla yorumluyordum. Yeni yılın ilk günü otostopla uğradığım bükte de böylesine durağan bir hava sezerek güneş altında serin serin gezmiş ve oturmuştum, günün geri kalan kısmı öyle devam etmese de.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Buz Nisan : 45-90 / 1. kısım

Çemberin kırk beşinci ve doksanıncı dereceleri arasında kalan yay’a yeni kopmuş bir yaprak kondu, sonra düştü. İlkbaharın en yaşarmış günüydü. Akıntılı toprak, atmacaların şah kaptığı kalelerin duvar

Buz Nisan : 0-45 / 2. kısım

...Çemberin sıfırıncı ve kırk beşinci dereceleri arasındaki yay tunçtan yapılmışsa, kulaklarımdaki tunç sesleri belki bundan ötürüdür. Bilmecelerle mutlu olan zekî insanlara özgüdür. Ya da ne bileyim,

Buz Nisan : 0-45 / 1. kısım

Çemberin sıfırıncı ve kırk beşinci açıları arasında kalan yaydaki bir büktü. Tekne küsü zamanlarında bükte ortalık oldukça kalabalık oluyor olmalı. Çocuklar okuldan geldikten sonra hemen her evden dum

bottom of page