top of page

Türk Gramer Rüyası

1

“Gramer” kadim Avrupa felsefesini çağrıştırıyor ve biz kendimizi Avrupalı zannettiğimiz için doğal olarak büyüleniyoruz. “Gramer” dedikçe gotik mimarî eserlerinden sesler duyuyoruz. Çünkü hem Orta Çağ'ın Avrupa cahilliğinin hem de Orta Çağ sonrası Avrupa biliminin kutsallaştırılmasına biz de iştirak ettik, diğer bir deyişle Orta Çağ’ı hem lanetleyip hem de vaftiz edenlerden biriyiz.


Gramer yedi kütüphane dolusu aydın yetiştirdi. O yüzden grameri Dünya tarihi için kutsal görmekte haklıyız. Fakat grameri pek umursadığımız söylenemez, gramere duyduğumuz sıcaklık, ara sıra başını okşayıp su ve yiyecek verdiğimiz bir sokak hayvanına duyduğumuz sıcaklıktan farklı değil. Zaten bu hayvanı eve almış da değiliz.


“Nâhiv” ve “Sarf” kadim İslam felsefesinin iki kavramı. “Gramer”den çok daha eski. Kindî, Cezerî, Ziryab, İdrisî, İbn Hazm, İbn-i Rüşd, İbn-i Heysem, İbn-i Hişam, İbn-eş Şatir, İbn-i Bacce, İbn-i Tufeyl, İbn-i Zuhr, İbn-i Battuta, İbn-i Baytar, İbn-i Haldun ve diğer yüzlerce Arap aydın nahivle ve sarfla yetişti. Nahiv ve sarf, uygarlığın farkında olmayanların zihninde iki zehirli yılan gibi görünebilir ama aslında çölde pek çok ilmî yolculuğa aracı olmuş ağırbaşlı iki büyük deve. Bize (Türklere) pek çok sesin ulaşmasını da sağladılar. Kendi yazımızı bilmediğimiz için Arap seslerini olabildiğince yetirmeye çalıştık. Eğlendik mi? Eğlendik de; kervanı yıkıp esvabı başkalarına dağıttığımız, bahçelerimizi küçülttüğümüz için, bu develeri artık evimizde besleyemeyiz.


Gramerin de nahiv ve sarfın da mecbur kıldığı her sözcüğü alamayız; çünkü sırf su içmek iyidir deyip günde yirmi litre su içersek ölürüz. Buna karşılık, her sözcüğü atamayız da, çünkü yerine koyacak başka organik molekül yoksa vücudumuzdan su eksiltmekten dolayı yine ölürüz. “Ölüm ile oynaşan demir yürek Türkler” olduğumuz için iki ideolojimizde de bu iki tehlikeyi yaşamayı seviyoruz. İki duvarın arasındayız. Bir duvara bakarken öteki duvarı görmediğimiz için sadece baktığımızın rengini biliyoruz. İki duvarın da aynı renkte olduğunu sadece onlara uzaktan bakabilenlerimiz fark ediyor.


Bu iki duvar Avrupa ve Güneybatı Asya. O renkler: Orta Çağ’la Câhiliye Devri, Andersen Masalları’yla Bin Bir Gece Masalları, Aristo’yla İbn-i Rüşd, Bologna Üniversitesi’yle El-Ezher Üniversitesi, alfabe’yle elifba, Vatikan’la Kudüs, Romeo ile Juliette’le Leyla ile Mecnun, Eyfel Kulesi’yle Giza Piramitleri, Magna Carta Libertatum’la Kadeş Antlaşması, Odin’le Ahura Mazda, dolarla riyal, sterlinle dinar.....


Ne görmek istenirse o. Türklere yabancı olsalar da hepsi kendi bilimlerinde Türklerin dünya görüşünü etkileyen şeyler. Her birinin bizim için bir değeri var. Ancak bizim çok az değerimizin Avrupa ve Güneybatı Asya için değeri var. Çünkü onlar bizi ayna olarak kabul ediyor. Bize baktıkça sadece kendi yüzlerini görmek istiyorlar. Bize özgü şeyler görenler çok az. O yüzden onlara onlarda olmayan farklı şeyleri göstermek veya onlarda olanların daha özgün karşılıklarını göstermek zorundayız. Dil yapısı bunlardan birisi. Bizim dilimizin yapısının aslında ne gramer ne de nahiv-sarf olduğunu anlatmamız lazım.


2


Her sözcüğün yerelleştirilemeyeceğini vurguladık ama bu, düşünülmeyeceği anlamına gelmez. 1932’den bu yana Türk Dil Kurumu ve çeşitli yazarlar, hocalar tarafından türetilen veya uyarlanan (başkent, uygar, çağdaş, oy, üçgen, dörtgen, beşgen, sanık, soruşturma, zaman aşımı, günce, silgi, dergi, yazar, kamuoyu, çelişki, algı, biliş, koşullanma, tümevarım, tümdengelim, geri bildirim, öneri, yasa, gerçeküstü, bilim, kuram, devrim, dönence, enlem, boylam, uçak, iletişim, bilgisayar, ileti, masaüstü, dizüstü, arayüz gibi) tonlarca sözcüğü kolayca kullanan insanlar, “oturgaçlı götürgeç” diye bir şehir efsanesi yüzünden aynı kurumu suçluyor ve sözcükleri Türkçeleştirmeye şiddetle karşı çıkıyor. Bence bu büyük bir çelişki. Fazla küreselci olursak milliyetsiz bir kreol dili, Nurullah Ataç kadar saykodelik olursak tamamen saf ve ilkel bir kabile dili elde ederiz.


Kutsallaştırılan “gramer”i yaratanlar da yabancı sözcüklere doğal karşılıklar denemişlerdi. Bir yandan Yunanlıların “grammatike”sini (γρᾰμμᾰτῐκή) almışlar ve “grammaire”, “grammatica”, “gramática”, “Grammatik”, “grammatikk“, “gramadach”, “gramadeg”, “gramatika” diye çevirmişlerdi; diğer yandan “kielioppi”, “málfræði”, “mállæra”, “yezhadur”, “slovnica”, “mluvnice” gibi farklı şeyler söylemişlerdi.


Biz bir şey türetmedik mi? Türettik tabii ki. “dil bilgisi”ni türettik. Çok mantıklı ancak 21. yüzyıl için çok yüzeysel. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan yeni ülkemizin ilk yıllarında ulusal bilincimizi güçlendirmek için dilimizi yalınlaştırmaya ihtiyacımız vardı fakat enikonu düşünmeye zamanımız yoktu. Türkiye’ye gelen Alman profesörlerin Sprachkenntnis’ini apar topar “dil bilgisi” diye çevirmek zorunda kaldık.


Bugün dil çoğumuz için ulusal bir değerden ziyade bir kelime yığını. Tüketim kültüründe “dil bilgisi”, iki sözcük de yerli olmasına rağmen pek derin anlamı olmayan bir kavram. Dille ilgili basit bir bilintiyi anlatıyor. Finlilerin (dil öğretisi anlamına gelen) kielioppi’si gibi derinlikli bir ifade değil. Üç yıl sonra 100 yaşına gireceğiz. Mete Han’dan itibaren sayarsak 2229 eder. Fakat yirmi bin yaşına da gelsek Dünya’yı basit bir bilintiyle “vatan” yapamayız.


Turquerie’yi İkinci Mehmed Han’ın enderun ve medrese geleneğinden sapmayan diğer padişahlar, edebiyatçılar ve bilim insanları oluşturmuşlardı. Dünya “Türk’ün vatanı” olmak üzereydi. Sonra bilimi bıraktığımız için okul geleneğimizi kaybettik. Yeni Çağ’ın iki büyük devrimini bilime sadık kalan İngilizlerle Fransızlar yaptılar. Fransız Devrimi Sanayi Devrimi’nden daha iyi reklam edildiği için Dünya istikrarlı biçimde 1950’lere kadar “Fransız’ın ve İngiliz'in ortak vatanı” oldu. 1950’lerde İngilizler ve Amerikalılar daha büyük bir şevkle bilim ürettiler ve doları “dünya parası” yaparak liderliği aldılar. Eyfel’in yaptığı demir kule artık yalnızca fotoğraf çekmek için ziyaret edilen romantik bir mekandı ve Fransızcayı “dünya dili” yapmak için asla yeterli olamazdı. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Jean Piaget, Roland Barthes, Michael Foucault gibi üst düzey düşünürlerin çoğu öldü, Claude Lévi-Strauss ve birkaç Fransız zirvede yalnız kaldı. Yeni mutlak üstünlük artık İngilizcenindi. Dünya “İngiliz’in vatanı”ydı. İngiliz’in vatanında internet icat edildi. Ateş, tekerlek ve elektrik ne kadar büyük icatlarsa internet de o kadar büyük bir icat. Fakat doğal ve naif İngilizcelerin yerine plazalardaki yarı eğitimlilerin bozuk İngilizcesi meşhurlaştırıldığı için artık “İngiliz’in vatanı” olduğu tartışmalı. İngilizcenin çağdaş sanatı Hollywood’la sınırlı kaldı, hattâ Hollywood bile eskidi. İngiliz gramerini sanat olarak gören kitle kalabalık değil, dolayısıyla İngilizlerin gramer rüyaları sona ermese bile zayıfladı. 2020 yılında Dünya’nın kimin vatanı olduğu belli değil.


Farsların (دستور زبان)“destur-e zebân”ıyla (dil desturuyla) Ömer Hayyam, Firdevsî, Harezmî, Mevlana, İbn-i Sina, Kemaleddin Farisî, Ali Şir Nevaî, Birunî, Ahmet Yesevî, Şerafeddin El Tusî, Ali Kuşçu, Feridüddin Attâr gibi birçok İranlı ve Türk aydın yetişmişti. Siyasî baskılarından kurtulabilseler Farslar belki bugün de yeni âlimler yetiştirecekler çünkü dili öğreti olarak gören ulus (Finliler) de bir zamanlar çok büyük siyasî sorunlarla ve cahillikle meşgullerdi ancak bugün gıpta edilen bir eğitim sistemine sahipler.


Çinlilerin grameri ve yazısı her zaman sanat oldu. Konfuçyüs (孔夫子), Lao-Tzu (老子), Vang Çong (王充), Vang Fu-Çi (王夫之), Zhang Yi (張儀), Vang Zhenyi (王贞仪) gibi birçok aydını yetiştiren bu sanata uzağız. “yŭ-fă”dan (语法) haberimiz yok ve bu sözcükten hiçbir manevi heyecan da almıyoruz. Aslında yŭ-fădan hemen hemen kimsenin haberi yok. Belki de gramerin ününü bitirebileceği için kasıtlı olarak böyle tutuluyor. Çinliler Çin Seddi’ni bütün düşmanlarına karşı yaptılar ve Mete Han öldükten sonra çok az yabancı ülke Çin’le savaşabildi. O set aslında Uzak Doğu’nun bütün kültürlerini korudu. Dolayısıyla sadece Çin-Tibet dil ailesinin değil, Altay dil ailesinin büyüsü de korundu. Afyon Savaşlarına, Japon-Kore Savaşı’na hatta atom bombalarına rağmen o büyü yalnızca çok az yıprandı. Batılılar o seddi zihniyet olarak aşamadılar. Yazı karakterlerini öğrenebiliyorlar ancak Çin felsefesini ve Japon felsefesini çok azı idrak edebiliyor.


Çağdaş matematiğin temeli “0”. Hindistan’da icat edildi. Bugün Hindistan sokaklarında bilim bulabilen varsa beri gelsin. Ne Devanagari ne de Vyaakaran dendiğinde bilimsel bir çağrışım oluyor. Gözümüzün önüne sadece sokaktaki yılan oynatıcıları, tanrılaştırıldıklarını bilmeden rastgele gezinip duran inekler, Hindu-Müslüman kavgaları ve televizyonlarımızda ikindin yayınlanan ikinci sınıf Hint dizileri geliyor. Oysa çok sayıda başarılı Hintli bilim adamı ve Aamir Khan diye bir sinema ekolü var.


Dünya, dilinin yapısını en sanatsal, en bilimsel ve en ticarî şekilde kimler sunarsa onların vatanı olur. Yeni bir Türk modasını, yani yeni bir Türk gramer rüyasını bu yüzden yaratmak zorundayız. Televizyon dizilerimiz buna tek başlarına yetemeyecek. Türk gramer rüyası ansiklopediler dolusu bilim ve sanat insanımızın dünya genelinde bilinmesiyle gerçekleşebilir. (Aziz Sancar, Mehmet Öz, Vamık Volkan, Doğan Cüceloğlu, Celal Şengör, İlber Ortaylı, Mehmet Haberal, Canan Dağdeviren, Mete Atatüre, Fazıl Say, Selda Bağcan, Zülfü Livaneli, Musa Eroğlu, Sunay Akın, İhsan Oktay Anar, Hakan Günday, Coşkun Aral,…) (Aprin Çor Tigin, Kül Tarkan, Pratyaya Şiri, Yunus Emre, Karacaoğlan, Dertli, Kazak Abdal, Köroğlu, Pirî Reis, Emir Çaka Bey, Takiyüddin Mehmed, Hezarfen Ahmet Çelebi, Lagarî Hasan Çelebi, Ali Suavi, Mehmet Fuat Köprülü, Hasan Âli Yücel, Ziya Gökalp, Cahit Arf, Halil İnalcık, Ahmet Mete Işıkara, Cevat Geray, Toktamış Ateş, Ekrem Akurgal, İhsan Ketin, Hilmi Ziya Ülken, Filiz Ali, Sabahattin Ali, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Ahmet Vefik, Şinasî, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemil Meriç, Namık Kemal, Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Sait Faik Abasıyanık, Neşet Ertaş, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Cemal Süreya, Atilla İlhan, Tezer Özlü, Kâzım Koyuncu,…)


3


Şimdi düşünmemiz gereken şey, Türkçeyi kalıcı şekilde dünya dili yapmak için kendi dilimizin yazısına ve yapısına nasıl adlar vereceğimiz.


Türkçe bütün yabancı etkilere rağmen hâlâ Orta Asyalı göçebelerin dili. Yörükler işte bu yüzden bu dili yüzyıllarca aslına uygun dil kurallarıyla, benzer bir göçebelikle ve benzer bir sanatsallıkla kullanabildiler. Göçebeliğe hayvansız ve biraz daha konforlu şekilde hâlen kısmen devam ediyorlar. Güneyde ve kuzeyde insanlar yazın yaylaya çıkıp bir süre orada kalıyorlar. Dolayısıyla göçebelik yalnızca iktisadî ve kültürel şekil değiştirdi. Yazının ve kuralların da aynı doğallıkta adlandırılmaları gerekiyor.


A ve B’yle başlayan yazı sistemlerine alfabe veya elifba denmesi mantıklı. Fakat Kutluk Türkçesinin yazı sistemi A ve B’yle başlamıyor. Karakterlerine “tamga” denmiş ve hep de böyle denmeli. “Tamga” Tanrı Dağları’nın, Isık Gölü’nün kadim ruhunu saf bir şekilde yansıtabilen bir sözcük. Latin harflerine “tamga” diyemeyiz. “harf” demeye devam edelim; böylece şimdi Latin alfabesi kullansak da dil biliminde İslam’ın Bilim Çağı’nda Araplardan etkilendiğimizi unutmamış oluruz.


Koreliler alfabelerini yerli bir adla tanıttılar ve pek çok insan “Kore Alfabesi” yerine “Hangul” demeyi tercih ediyor. Türk Alfabesine de böyle bir ad bulmak saçma bir düşünce olarak görülmemeli.


-k/ek/ak eki, araç adları türetmede kullandığımız bir ek.. durak, oturak, binek, yatak, sığınak, barınak, dernek, tapınak, yunak, tarak, uçak, dilek, ölçek. diye türetmeler yapılmış. Okunmak’tan da okunak yapılmış. Okunabilme niteliğini ifade ediyor. Şu anlaşılıyor. Bir yazıyı yazı sistemini doğru şekilde uygulayarak yazmışsak, o yazı sistemini bilen herkes yazımızı doğru okuyabilecektir. O zaman bir şeyi okuyup anlamaya yarayan nitelik olarak anlamlandırıldığında “okunak”, alfabenin niteliğidir. Anlamı genişleterek, 29 harflik günümüz Türk Alfabesi’ne “Okunak” adını veririz ve kulağa çok da güzel gelir.


4


Gramer bir algoritma. Ulusal bilincin yapısı. Türk ulusal bilincinin küresel çapta saygı görmesi için, yapısının önce Türkler tarafından sanat, felsefe ve bilim hâline getirilmesi ve başka uluslara da böyle öğretilmesi gerekir.


Bu şeyin dile ait bir bilgi grubu olduğunu söylemek yeterli değil. Daha özel, daha ayrıcalıklı bir ada ihtiyacı var. Hattâ “dil” sözcüğünü içermeden doğrudan doğruya ulusal bilince atıf yapmalı.


1. öneri Aslında “eskiden beri süregelmeyi” anlatan ancak bu anlamı yalnızca üç beş sözcükle sınırlı kalmış -enek/anak ekimiz var.

gelmek’ten gelenek (halkın eski çağlardan beri sürdürdüğü alışkanlıklar) görmek’ten görenek (halkın sürekli gördüğü uygulamalar, alışkanlıklar) akmak’tan akanak (suyun sürekli aktığı yol) Bilişsel psikolojiye göre, insan bilişi duyumàalgıàbellek diye şekillenir. Bu akış, dilin kurallarını belirler. İşlek olduğu için, yüzyıllar boyunca değiştirebilir de. İşte birinci önerinin gerekçesi tam da bu.


Akanak, ulusun bilgi akışının gerçekleştiği yol. Ziya Gökalp’in “hars” kavramının, İbn-i Haldun’un “asabiyye” kavramının, Carl Gustav Jung’un “ırksal bilinçaltı” kavramının bir kaynaşımı. Akanak belli bir çağa ait değil., ulusun tarihinin tamamına ait. Bilişsel sistemi henüz çok saf olan çocukların türettiği kelimelerde gözlemlenebillir. Çevrenizdeki çocukların konuşmalarına dikkat ederseniz gözlemleyebilirsiniz. Türk akanağı, Türkçenin ilk gününden bu yana edinilen ve vazgeçilen dil kurallarıyla oluşturulmuş ulusal felsefî birikim.


Türk akanağı boyunca değişen veya aynı kalan kurallara gramer denir. Gramer akanak boyunca az veya çok değişir. Ders olarak verilen şey tam olarak gramer.


Türk dil bilgisi, akanak ve gramer hakkında bilinenler. Tam da Almanların “Sprachkenntnis” dediği şey. Dersleri kastedersek, dersten öğrenilenler. Dersleri kastedersek, dersten öğrenilenler. Kişi Türk olabilir veya olmayabilir, Türkçeyi konuşabilir ya da konuşamayabilir. Türk dil bilgisi zayıfsa bu dilin kurallarını açıklayamaz.


2. öneri


Yine -k/ek/ak eki. Yukarıda “okunak” sözcüğü için verilen örnek sözcükler burada da öncül. Dilin yapısını, “düşünmeye yarayan araç” veya “içinde düşünülen sistem” diye tanımlarsak "düşünek" sözcüğüne ulaşırız:

Türk düşüneği : Türkçede belli bir anlamı ifade etmek için konan ses ve anlam ölçütleri.


Harsa bağlı olarak iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, normal-anormal gibi sınıflamalar değişir. Sınıflamalar değiştikçe ölçütler, ölçütler değiştikçe sınıflamalar değişir, bu yüzden farklı anlamlar ifade etmek için farklı gramer kurallarına veya farklı ses tonlarına ihtiyaç duyulabilir. İşte “düşünek”, bir yandan sosyal hukuğa bir yandan da kitle iletişimine, dolayısıyla sosyal bağa (asabiyyete) atıf yapıyor.

3. öneri

durmak duruş (durma eylemi ve şekli) bakmak bakış (bakma eylemi ve şekli) kalkmak kalkış (kalkma eylemi ve şekli) bek beklemek bekleyiş (bekleme eylemi ve şekli) anlamak anlayış (anlama eylemi ve şekli) söz söylemek söyleyiş (söyleme eylemi ve şekli) ses seslenmek sesleniş (seslenme eylemi ve şekli)


“uslanmak” dediğimizde dengesiz davranışları bırakıp sağduyulu ve üzerinde uzlaşılmış normlara göre davranmaya başlamayı ifade ederiz. “uslanmak” varsa “uslamak” da olmalı. Biri dönüşlü veya edilgen, diğeri de etken fiil


uslamak : bir insanın, uzlaşılmış normlara göre davranmasını sağlamak. uslayış : uslama eylemi ve şekli

5


Üç öneriyi de birleştirdiğimizde tanımları şöyle güncelleyebiliriz.

Uslayış Dil felsefesi olarak bakıldığında, “hars”ın anlayışı, anlayışın grameri ve, gramerin “asabiyyet”i şekillendirmesi süreci.


Akanak Ulusun düşünce sisteminin çağlar boyunca uslayış ile kazandığı karakteristik. Dilin yapısının kimliği.


Düşünek Uslayış algoritmaları. Akanak boyunca hangi iletiyi hangi duyguyla ve hangi amaçla verileceğini belirlemek için geliştirilmiş ölçütler.


Gramer Sözcük çekimleme veya cümle oluşturma kuralları ve bunun öğretildiği ders.


Dil bilgisi Bu dördü hakkında elde edilen bilgi.

6


Daha önce medreselerde ve enderunlarda bunlara benzer dil anlayışları geliştirdiğimiz için evrensel Türk modaları yaratabilmiştik. Yunanlılar, Mısırlılar, Fenikeliler, Aztekler, Mayalar, İnkalar, Latinler, Araplar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar, Farslar, Çinliler gibi diğer birçok ulus da kendilerine göre dil anlayışları geliştirdikleri için tarihin çeşitli dönemlerinde çeşitli bilimlerde etkili olabilmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa da tam olarak bu amaçla yeni bir dil rüyası tasarlamış ve bu rüya sayesinde ulusu az zamanda çok büyük işler yapmak için cesaretlendirmişti; sonuçta rüya gibi bir Türkiye yaratılmıştı. İşte biz bu Türkiye’nin dilini bilim, sanat ve sanayi dili yaparak evrensel “Türk” algısını güncellemek zorundayız. Türk Gramer Rüyası budur.

“Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Ne Mutlu Türk’üm diyene”

Son Yazılar

Hepsini Gör

Sosyal Çevreyi ve Alt Kültürü Yaratmak

Eski Hintçe Satapatha-Brahmana’da şöyle bir efsane anlatılır((1)): Tanrı İndra’dan intikam almak isteyen ihtiyar bir büyücü, bir indraşátru (İndra’nın katili olan birini) ifade edip yaratmak ister. Fa

Ambarları Genişletmek (Ambar Meselesi)

Söz dağarcığımıza “ambar” dedim. Bu, İnsancıl Psikoloji’deki fenomenolojinin tam karşılığıdır. İnsanın kendisinin veya atalarının sözcüklenmiş algıları, sözcüklenmiş algılarıyla şekillenen otomatik ve

bottom of page